GİTAR ÇALIP ŞARKI SÖYLEYEREK ÖĞRENİYORUM…

-Sayın Özgeç, müzik geçmişinizi bize anlatır mısınız?

-Nat King Cole, harry Belafonte, akşamüstü fasılları…sonra Everly Brothers… The Brodhers Four. Peter Paul and Mary…50’li yılların müzikli filmleri…Bu liste geriye ve ileriye uzatılabilir. Benim müziğe tutkuyla bağlanmama önemli katkıları olan müzik olayları bunlar.

Bir müzik aleti ile ilgili olan ilk anım, boş bir sofada, uzun bir masanın üzerinde boylu boyunca yatan bir bağlamadır. Oraya nereden ve nasıl geldiğine ilişkin hiçbir bilgim yok. Babam kucağına almadan şöyle bir tınlattıydı tellerini. Biliyorsunuz, bir tınlama yayıldığı alanda aynı frekansta olan başka şeyleri de tınlatır: benim gönlüme maya oldu o sazın sesi. Bu olayı başlangıç diye almadığımı belirtmek isterim. Başlangıç diye bir şey yoktur çünkü.

Mızıka çalardım; ıslık çalmak gibidir. Gitar çalan birini yakından gördükten sonra da bir gitar aldım. O gün bu gündür çalarım. Çalarım ama hep güllük gülistanlık değildir ortam. Tutkuyla başlayan gitarla ilişkim, darboğazlardan geçerken ayrılma noktalarına geldi geldi gitti. Bütün ilişkiler böyledir sanırım. Darboğazlardan geçerken sınav verir insan. İlişkinin sürüp sürmeyeceğini bu sınavlar belirler. “Düzgün Gelişen Doğrusal Hareket” diye bir şey yoktur.

Evet, tutkuyla başlayan ilişkimiz son yıllarda başka bir ilişkiye dönüştü. Artık kendime giden yolda bana yoldaşlık eden, bana hız kazandıran bir araçtır müzik. Yani ben gitar çalıp şarkı söyleyerek öğreniyorum. Bir savaştır bu, korkutucudur. Saygıyı elden bırakmazsanız çok öğreticidir.

-1989’dan sonra pek görünmediniz, bu arada neler yaptınız?

-İlk sorunuzu yanıtlarken, iki yönlü olan konunun bir yönüne değindim; beni etkileyen yönüne. Bir de öteki yönü var: Müziklerimi dinletmek ve nasıl bir etki uyandırdığını izlemek. Başlangıçta çok önemliydi bu. Ünlü olma isteği de körüklüyordu bu durumu. Ama artık o kadar önemli değil. Elbette şarkılarımı dinletmek istiyorum. Çünkü bunun , bir müzikçinin kendini ifade etmesinin zorunlu bir yolu olduğuna inanıyorum.

Görünmediğim süre içinde bu biçimi geliştirmeye çalıştım; birçok beste yaptım.

-Türkiye’de müzik ortamını nasıl buluyorsunuz ve kendinizi bu ortamın neresine koyuyorsunuz?

-Kozmetik sanayinin “güzel kokalım” diye piyasaya sürdüğü ürünler hava kirliliğine yol açıyor bana göre. Yolumu değiştirmek zorunda kalıyorum. Eğer dolmuşta falan kıstırılmışsam yapacak bir şey olamıyor. Bir an önce ulaşmak istiyorsunuz gideceğiniz yere.

Müzik ortamı ile ilişkim, kozmetik ürünleri ile olan ilişkime benzer. Ayrıntılı bir bilgim de yok onlara ilişkin.

-Müzikle söz ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Şarkı sözleri ile müziğin ezgisi ilişkisi nasıl gelişiyor sizde?

-Şarkı besteleyen herkes söz-müzik uyumunu en iyi şekilde gerçekleştirmek ister. Ne var ki istemek tek başına yeterli değildir o uyumu oluşturmak için. Neyi neden yaptığınızı bilmek zorundasınız. Sözün ritmiyle vurgusu örtüşmeli. Öyle örtüşmeli ki sonuç şiirden başka bir şey olabilsin. Bunun için çalışmanın izlerini de ortadan kaldırmak gerekir: çakıl taşı gibi pürüzsüz olmaya çalışmak… Halk türküleri böyledir. Tabii o yalınlığa ulaşmak çok zordur.

Şiirleri müziklerken benim yol göstericilerim bunlar. Ne kadar başarabilmiş olduğuma dinleyenler karar verir.

Cemile Çakır, Özgür Ülke / 13 Eylül 1994