PERİ PADİŞAHININ ÜLKESİ

Benim çocukluğum ve ilk gençliğim peri padişahının ülkesinde geçti.

PERİ PADİŞAHININ ÜLKESİ

Şimdi düşünüyorum da “Benim çocukluğum ve ilk gençliğim peri padişahının ülkesinde geçti.” diyesim geliyor. Peri padişahının ülkesi, yani Sümerbank Gemlik Sunğipek Fabrikası.

Gemlik’le arası bir buçuk kilometre. İşletme bölümleri, idare bölümü,  misafirhanesi, lojmanları ve çeşitli etkinlikler için düzenlenmiş salonları, kayıkhanesi ve plajı, gazinosu, bir tenis kortu ve voleybol sahası olan bir yerleşim. Otuz haneli bir sayfiye köyü, diyelim. Ama, İstanbul’da gösterimde olan filmlerin  gösterildiği (alt yazılı olarak) sineması, güzel bir plajı ve kayıkhanesi, çok güzel bir gazinosu, açıkta oturulamayacak denli soğuk havalarda toplanmak için bir yuvarlak salonu, içinde masa tenisi de oynanabilen bir başka salonu olan bir köy…Ve kapısından içeri girer girmez sizi etkileyecek olan ilk şey her yerin ağaçlık, çiçeklik ve yeşillik olmasıdır. Şunu da söylemeliyim, işletme ve idare binalarının, evlerin, sinema ve öbür salonların, gazinonun, misafirhanenin ve yolların kapladığı alan bütün yerleşme alanının onda biri bile değildir; yani onda dokuzu yeşillik. Ortak alanlarda meyve ağacı yoktur, zeytini saymazsak. Meyve ağaçları lojmanların bahçelerinde vardır. Örneğin bizim oturduğumuz evin bahçesinde vişne, kiraz, üç tür erik, incir, şeftali, elma ve armut ağaçları vardı. Ayrıca sebze de ekebiliyorduk bahçemize. Domateslerine doyum olmazdı.

Plajımız ve kayıkhanemiz harikaydı. O zaman okullar eğitime tam dört ay ara verirlerdi. Biz bu dört ayı büyük oranda denizde, plajda geçirirdik. Sandallar, yelkenliler, kikler ve kıyıdan seksen metre kadar açıkta iki katlı bir sal yaşamımızı biçimlendirirdi. Sık sık balığa çıkardık. Çarşıdan neredeyse hiç balık satın almazdık, hamsi,  sardalya ve palamutun dışında. Yiyeceğimiz balığı kendimiz tutardık. O zamanlar, söylendiğine göre Marmara Denizi’nde 125 tür balık vardı. Şimdi iki elin parmaklarını zor geçer. Bizim tuttuğumuz balıklar şunlardı: izmarit, istavrit, ısparoz, lüfer, çinekop, mezgit, strongiloz, kolyoz, uskumru, barbunya, mercan, hani, iskorpit.

Sinemamız sinematek değildi kuşkusuz, ama düşlerimizi zenginleştiren 50’li, 60’lı yılların görmeye değer filmlerinin önemli bir bölümünü biz o sinemada izlemiştik. Örneğin Alfred Hitchcock’un Arka Pencere, Rebecca, Sapık, Gizli Teşkilât, Kuşlar, Yükseklik Korkusu; sonra Singing İn The Rain gibi danslı, müzikli birçok film… İzlediğimiz filmlerin bir bölümü de eğlencelik filmlerdi doğal olarak, sanatsal kaygıları yoktu belki, ama çocukların düş dünyasını kim yönlendirmeye kalkabilir ki.

Gazinomuzda yazın akşam üzeri radyodan fasıl dinliyoruz.  Akşamsa plak çalınıyor: Nat King Cole, Frank Sinatra, Hary Belarfonte, Mario Lanza …

Yuvarlak Salon’da kışın toplanılıyor. Orada da seçme plaklar dinleniyor, hafta sonları danslı toplantılar yapılıyor.

Bütün bunların etkisiyle, çocukluğumdan beri müzik en büyük ilgi alanımı oluşturdu. İlk çalgım mızıkadır, sonra gitar çalmaya başladım.Lise eğitiminden sonra müziği meslek edindim. Çeşitli gruplarla gitar çalıp şarkı söyledim. 1977-78 yıllarında Ankara Çağdaş Sahne tiyatrosunda müzik sorumlusu olarak çalıştım. 1979’da beş bölümlük “Hayatım Roman” adlı dizi filminin müziğini yaptım. 1982’de şarkı bestelemeğe başladım. 50. sanat yılı dolayısıyla Rıfat Ilgaz’ın bir şiirini bestelemem istenmişti; ben de “Alişim” şiirini seçiştim ve böylece şiir bestelemeğe yöneldim.

Tek tek şiirlerin yanında aynı konu çevresinde birçok şiirlerden oluşmuş uzun  soluklu bütünler üzerinde de çalıştım: Nâzım Hikmet’ten “Jokond ile Si-Ya-U”; Oktay Rifat’dan “Agamemnon”; Melih Cevdet Anday’ın  “Değiştirmeler” ve “Teknenin Ölümü”bunlardandır. “Ölümsüzlük Ardında Gılgamış” üzerinde de çalışmaktayım.  Bugüne dek kırktan çok çağdaş şairin dizelerinden üç yüz elliye yakın şarkı besteledim. Yedi yüzyıl önce yaşamış ama duyarlığı hiç eskimemiş  olan Yunus Emre’den de on şarkım var.

ÖMER ÖZGEÇ