Çekirdek Sanat Evi

Çekirdek Sanat Evi etkinliklerini duyuyordum ve bu etkinlikler beni çok sevindiriyordu. O günlerde de stüdyolarda kayıt yapmak pahalı bir işti. Ayrıca stüdyonun havasına alışmak, mikrofonlarla uyum içinde olmak ve güzel çalıp söylemek uzun zaman gerektirir; kayıtta istediğin sonuca yaklaşmak bile sorundur. Ama şöyle küçük bir salonda, dinleyicilerle birlikte bir etkinlik gerçekleştirmek ve onu kaydetmek stüdyo çalışmasından çok daha iyi sonuç verebilirdi. Çekirdek Sanat Evi’ni kuranlar benim gibi stüdyoya kolaylıkla giremeyenlerin gereksinmelerine de bir çözüm olmakla toplumsal bir edim gerçekleştiriyorlardı. Öyle düşünüyordum.

Sanıyorum 1985 yılıydı, ben de Çekirdek Sanat Evi’nde bir etkinlik yapmak isteğine kapıldım ve başvurdum. Onlara evişi kayıtlarla oluşturulmuş bir kaset bıraktım, yaptığım müziğe ilişkin aşağı yukarı bir fikir edinsinler diye. Bana dediler ki, böyle kaset dolduranları çok gördük, dinleyici karşısında pek varlık gösteremediler. Bu yüzden önce bize bir dinleti verin bir bakalım. Bu yaklaşımlarını pek arkadaşça bulmamakla birlikte, peki, dedim. Birlikte oturup hem söyleşip hem çalarak, söyleyerek benimle ilgili meraklarını giderebilirlerdi. Birkaç gün sonrası için bana bir randevu verdiler. Akşam saat 18:00 sularında, beni yalnız bırakmak istemeyen iki arkadaşımla birlikte gittim. Bizi Fikret Kızılok karşıladı. Etkinliklerini yaptıkları salonun sahnesine çıkıp hazırlıklarımı yaptım. F. Kızılok da mikrofonları ve ses ayarlarını yapmaya çalıştı. Ve ben şarkılarımı çalıp söylemeye başladım. Birkaç şarkı söyledikten sonra birden salonun ortalarında bir yerde oturan biri ilişti gözüme, bir ayağını öbür bacağının dizi üstüne atmış ve sandalyede iyice kaykılmış biri. Gözgöze geldik, ama ne bir gülümseme, ne bir selam… Birkaç şarkı daha söyledim, aklım tersliklere takılmaya başladı, gerginleştim. Ve kısa bir ara verdim. Arkadaşlarımdan bir cin almalarını istedim, biraz içersem rahatlarım, diye. Fikret Kızılok, nedir, bir sorun mu var, diye ilgilendi. Cin istedi canım, daha rahat söylerim, dedim. Bizde vardı, keşke bana söyleseydiniz, gibi bir şeyler söyledi. Kaykılmış durumda beni dinleyen, n’oluyor, diye sordu, Fikret, rahatlamak için bir içki istediğimi söyleyince, “hiiiiihhhh!” diye, bir tuhaf ses çıkarttı arkadaş. 

Yanlış bir yerde olduğumu anlamıştım, ama çalıp söylemeyi sürdürdüm. Bu arada F. Kızılok şarkıların adlarını yazıyor ve kendisine göre değerlendirmeler yapıyordu. Ben de artık sıkılmıştım bu işten. Daha bir sürü şarkım olduğu halde, işte benim şarkılarım bunlar, deyip toparlanmaya başladım. Sekiz dokuz şarkı seçmiş Fikret, gerisini elemiş. On bir şarkı olsaydı, bir şarkı da biz ekliyecektik, dedi, bizim usulümüz böyle. Ben de, tamam, dedim, birkaç şarkı daha yaptığım zaman yine gelirim.

Fikret, (herhalde gönlümü almak için) Oktay Rifat’ın şiirlerine canlılık katmışsınız, dedi. Ben çalıp söylerken salonun arkalarında içeri girip çıkan biri daha vardı. Ayrılırken elimi sıkıp kendini tanıttı: Yaz Baltacıgil. “Ne güzel şarkılarınız varmış yahu, kutlarım sizi” dediğini unutmam.